ŞAMANİZM’İN İZİNDE: ATALARIN RUHUNDAN BUGÜNÜN DÜNYASINA BAKIŞ — “Türkler, Kızılderililer, Japonlar ve Ortak Kökler”

“Doğa konuşur; yalnızca onu duymayı bilenlere.” — Eski Şaman Sözü

“Ruhun yolculuğu, toprağın nabzıyla başlar.” — Kızılderili Atasözü

“İnsan, gökyüzünün çocuğu ve yerin kardeşidir.” — Orta Asya Şaman Öğretisi

“Rüzgâr ruhu taşıyan bir habercidir.” — Ainu Halk Sözü

Bu çalışmayı kaleme alırken niyetim sadece geçmişi anlatmak değildi. Amacım, insanlığın ortak bilincine bir ışık tutmaktı. Çünkü biliyorum ki bütün inançların, kültürlerin ve düşünce sistemlerinin özünde insanın mutlu bir hayat sürmesi arzusu yatar.

Şamanizm gibi kadim öğretilerden yola çıkarak, insanın doğayla, ruhla ve kendi özüyle kurduğu derin bağı hatırlatmak istedim. Geçmişin bilgeliğini bilerek, bugünü daha bilinçli yaşamak ve geleceği daha yaşanabilir kılmak umuduyla çıktım bu yolculuğa.

Bu araştırmayı sadece kültürel bir miras anlatımı olarak görmedim. İstedim ki dünyanın her köşesindeki insanlar; eşit, adil ve mutlu bir şekilde yaşama hakkına sahip olduklarını bir kez daha hatırlasın.

Çünkü doğanın kanununda ayrıcalık yoktur. Nehirler suyunu herkese akıtır, güneş ışığını ayırmadan herkese gönderir. İnsanların bir yanda bolluk içinde yaşarken, diğer yanda açlığa mahkûm edilmesini vicdanen kabul edemediğim için; atalarımızın doğayla uyum içinde yaşadığı bilgeliği, ruhla bütünleşen yaşam anlayışını yeniden hatırlatmak istedim.

İnsanoğlu varoluşundan bu yana doğayla kurduğu bağın peşinden gitmiştir. Bu bağ, sadece hayatı sürdürmek için değil, aynı zamanda ruhsal anlam arayışının da kapılarını aralamıştır.

Orta Asya’nın bozkırlarında yaşayan Türkler, Kuzey Amerika’nın geniş düzlüklerindeki Kızılderililer ve Japonya’nın kadim halkı olan Ainu’lar, bu bağın en güzel örnekleridir. Üçü de doğayı yalnızca bir madde değil, canlı ve ruh taşıyan bir varlık olarak görmüşlerdir.

Orta Asya Türklerinde şamanlar –kamlar– gökyüzü, dağlar, sular gibi doğa varlıklarının ruhlarıyla iletişim kuran kutsal rehberlerdi. Davulun ritmiyle kendilerini trans hâline sokar, ruhlar âlemine yolculuk ederlerdi. Davul, onların gökyüzüne yükselen atıydı; her vuruş, görünmeyen âleme bir çağrıydı.

Kızılderililer de doğayı bir bütün olarak görürdü. Her hayvan, her ağaç kutsaldı. Onların şamanları da davul çalar, ruhsal yolculuklar yapar, rüya ve vizyonlarla ruhlardan mesajlar alırlardı. Dansları, doğayla uyumu yeniden kurmanın, ruhsal enerjiyi yükseltmenin bir yoluydu.

Japonya’da Şinto dini ve Ainu halkı, benzer bir anlayışı sürdürmüştür. Şinto’da “kami” denen kutsal ruhlar doğanın her yerinde bulunur. Ainu’lar da davul benzeri enstrümanlarla doğanın ruhlarına seslenir, hastalıkları iyileştirmek için ruhlardan yardım isterdi.

Görüyoruz ki şamanik anlayış; Asya’dan Amerika’ya, Japonya’dan Afrika’ya kadar insanlığın ruhunda ortak bir bilinç oluşturmuştur. Şaman davulu, dünyanın neresine giderseniz gidin, evrenin nabzını tutan bir araç gibi karşımıza çıkar.

Şamanik düşünce, evreni bir bütün, doğayı kutsal bir yaşam alanı olarak kabul eder.

Bugün geldiğimiz noktada, bu şamanik bilince her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğu ortadadır.

Çünkü kapitalizmin kâr hırsı, doğayı kutsal bir emanet olarak görmek yerine, tükenmez bir kaynak gibi görmüştür.

Irmaklarımız, HES projeleriyle zincire vurulmuş, ormanlarımız altın uğruna kazılmış, uygunsuz sanayi tesisleriyle toprağımız zehirlenmiştir.

Atalarımızdan emanet aldığımız bu güzelim dünya, gözümüzün önünde tahrip edilmekte, geleceğimiz tehdit altına alınmaktadır.

Bu gidişle, doğanın dengesi bozulduğu için, bizler çocuklarımıza bırakabileceğimiz temiz bir dünya, yaşanabilir bir yurt bulamayacağız.

Doğaya yapılan her yanlış, sadece bugünü değil; gelecek kuşakların umutlarını da yok etmektedir.

Şamanik öğreti bize şunu söyler:

Toprağı inciten, kendi ruhunu yaralar.

Suyu kirleten, kendi yaşam damarını kurutur.

Ağacı kesen, kendi geleceğini karartır.

Eğer bugün atalarımızın doğaya gösterdiği o derin saygıyı yeniden hatırlayabilsek, doğayı sadece bir kaynak değil, canlı bir dost gibi görebilsek; daha yavaş büyür, daha az tüketir ama çok daha dengeli, çok daha güzel bir dünyaya sahip olurduk.

Tüketim çılgınlığına kapılmadan yaşamak; doğayla uyum içinde, ruhumuzla barışık olmak demektir.

Ben, bu yazıyla geçmişin izlerini sürerken bugünün doğa katliamlarına sessiz kalmamak istedim.

Çünkü biliyorum ki doğayı korumak, kendi varoluşumuza sahip çıkmaktır.

Atalarımızın bilgeliğinden ilham alarak, doğanın sesini yeniden duymayı öğrenmek zorundayız.

Ve diliyorum ki insanlık, bu kadim bilgeliği unutmadan; barış, adalet ve mutluluk içinde yaşamasını başarır.

Bu Yolculukta Atılacak Üç Adım

1. Doğayla Bağımızı Güçlendirmek:

Her gün doğaya daha çok kulak verelim. Bir ağaca, bir suya, bir taşa ruh taşıyan bir dost gibi bakalım. Yalnızca sahip olmak için değil, birlikte yaşamak için yaklaşalım.

2. Tüketim Bilincimizi Değiştirmek:

Tükettiklerimizi azaltalım. İhtiyacımız kadarla yetinelim. Doğaya ve kaynaklara olan saygımızı, sade ve bilinçli bir yaşamla gösterelim.

3. Ruhsal Uyum İçin Kendimizi Eğitmek:

Kendi iç yolculuğumuzu ihmal etmeyelim. Sessizlik, doğada zaman geçirmek, eski bilgileri öğrenmek ve paylaşmak; ruhumuzu güçlendirir, yaşamımıza denge ve anlam katar.

Unutmayalım ki;

Doğanın sesini duymayanlar, geleceğin sessizliğinde kaybolacaktır.

Atalarımızın izinden yürüyerek, doğayı korumak; kendi varlığımıza, çocuklarımıza ve geleceğimize sahip çıkmaktır.

Bu çalışmama değerli katkıları ve yol gösterici tavsiyeleriyle destek veren sevgili öğretmenim Mustafa Altınışık Bey’e ve kıymetli öğretmen dostumuz Mehmet Özdemir Bey’e gönülden teşekkür ediyorum.

Varlığınız, yolumu aydınlattı.

İsmail Erdal

Mart 2025 — Muğla